Hatay’ın toprakları, bir felaketin yürek burkan hikayesini taşıyarak derin bir ağırlık altında kaldı.
6 Şubat 2023, doğanın isyanının damgasını vurduğu, tarihin ve insanlığın bir arada yok olduğu bir ana dönüştü. Hükümetin resmi açıklamalarındaki 55 bin, hükümetin İstanbul adayı Kurum’un açıklamasındaki 130 bin ölü… Bunların hiçbirisi benim gözlerimle gördüğüm o tabloya istinaden “Hatay yok artık, Hatay diye bir şehir yok abi!” diye ağladığım andaki rakamları yansıtmıyor. Sonuçta insan gördüğüne mi yoksa duyduğuna mı inanır? Ben gördüm, gördüğüme inanıyorum.
O kara günde valilik oluru bile olmadan gönüllülük esasıyla çıktığımız yolda Hatay’a ulaştığımızda karşılaştığım, eşimle gezip ona göstermek istediğim yerlerin olmayan manzarası mıh gibi kazındı beynimin en ortasına. Şehrin göbeğinde olmamıza rağmen ambulansın gidebileceği düz bir yol olmayışından anlayın bazı şeyleri, tekerin taşa değmediği bir saniye bile yoktu.
Sahadaki personel eksikliği nedeniyle girmememiz tembihlenmesine rağmen bir baret bulup enkaza girdiğimde, bir zamanlar hayat dolu olan bedenlerin artık sessiz bir hüzünle toprak altına taşınmak için beklediğine tanıklık ettim. Çünkü beton altında kalmak onlara huzur vermiyordu, her hallerinden belliydi bu. Mesleğim icabı birçok ölüm, travmalı kaza gördüm ama o andaki çaresiz cesetlerin görüntüsü kor olup yaktı kalbimi.
Birçok şey o zaman değişti bende. İnanç konuları o zaman değişti mesela. O zaman sorguladım artık Tanrı’yı, Kutsal kitapları, peygamberleri. Biliyorum, hala tanrı bizi seyrediyor uzaktan bir yerden ama geri kalan safsatalar yüzünden bunca insan enkaz altında can verdi bugün. Bilimin değil, dinin izinden gitmeyi tercih ettikleri için. Yuvalarını yaparken önce tedbir kısmını unutup doğrudan tevekküle sarıldıkları için. Tevekkül kurtarmadı yüz binleri, milyonlarca insanın kalbine karanlığı salan bir tevekkül olamaz çünkü benim için. Bu neyin sınavı olabilir ki? Tanrı kimi cezalandırıyor? Henüz bu dünyaya gelip gözünü açalı 24 saat olmamış Mithat’ı mı? 3 aylık Öznur bebeği mi? İlk çocuğunu doğurmak için sabah hastaneye gitmenin heyecanı yaşayan anne Gamze’yi mi? 2 yaşındaki Elif’in, 3 yaşındaki Murat’ın, 10 yaşındaki Mehmet’in ne günahı vardı da onları yataklarında ezerek cezalandırdı Tanrı?
Soruyorum buradan size de! Musa elindeki değneği yere vurduğunda deniz ayrılmadı mı ikiye? Yunus büyümedi mi balığın karnında? Muhammed ayı ikiye ayırmadı mı? Peki ya Nuh? Nuh tüm canlıları kurtarmadı mı dünyadaki? Bunlara vesile olan Tanrı neden yüzbinlerce canımızı göçük altında bıraktı? Bu neyin cezasıydı, neyin gösterişiydi? Tanrı onlara bu imtiyazları tanıdı da şimdi neden kullanmadı gücünü?
Çünkü artık bilim var, bir yerde bir olay olduğunda canlı canlı izleyebiliyorsunuz. Kameranın icat edilmediği 1800’lü yıllarda yaşansaydı bu olay; iki papaz çıkıp “Siz çok yoldan çıktınız, tanrı geldi ve yeri ikiye yardı, sizleri cezalandırdı.” diyebilirdi ve milyonlarca kişi bunun arkasından koşabilirdi. İki imam çıkıp “Bebekler de öldü ama onlar kalanların sınavı için öldü, onlar şuan cennette zaten.” diye içinizi ferahlatabilirdi. Çünkü “Bebekler de öldü ama onlar cennete gitti.” demek, o bebeğin ezilmiş bedenini ceset torbasına koymaktan çok daha kolay!
Öyle işte, durum bu. Siz ister ikiye yarılan denize, denize atılınca balık tarafından yutulup 3 gün orada yaşayan Yunus’a, tufandan tüm canlıları kurtaran Nuh’a inanın isterseniz de ilime, bilime, irfana ve gerçeklere.
Kıssadan hissesi Hatay, yüzbinlerce insanı içine aldı, milyonlarcasını ise bu acıyla yaşamaya mahkum etti.
Tüm depremzedelere saygılarımla.
Önceki yazım: Küçük dertler