20’li yaşlarımın ortasındayım henüz. Bu duyduğum cümle ise 4 yıl önce depresif bi’ anımda, sigara içmeyi deneyipte beceremediğim bi’ geceden.
Bizimkiler işte, her zaman sorunlu aile. Yok sen o kadına baktın, yok sen benim damarıma bastın. Yaşları olmuş 50, çocuk gibi didişip dururlar hala. O zamanlar ciddiydi tabi kavgalarda, tabaklar uçardı duvardan duvara, tencereler tren olur gezinirdi koridorda.
Yine böyle bi’ gece olsa gerek, yanımda benden 3 yaş küçük bi’ bebe ve şimdi ise can dostum olan Taylan var. Yaşım 16, bilemedin 17. Neredeyse haftanın her günü sabahın köründe kalkıp pazar kovalarız abim, babam ve ben. Baba işidir, kendi işimdir diye yakınmam. Yorulurum, nazlanır biraz uyur tekrar kalkar tezgahın başında dururum. Bi’ de şey, babam ya o benim, hani beni büyüten, koruyan adam… Zaten beli de hassastı, ağır kaldırmaya falan gelmez. O yüzden çok gururlanırdım kendimle koca tezgahı onu yormadan toplayıp arabaya yüklediğimde. Zaten işin ne senin, geç köşeye otur ciroyu hesapla, babasın sen. Bırak evlatların yürütsün senin işini, ağır gelmez ki onlara.
Özellikle Perşembe günleri Gökeyüp Kasabası’na giderdik, hani şu kocaman kocaman doğal çilekleriyle meşhur, kışın Antalya’ya göç verip yazın tüm insanlarının geri gelip bizi sevindiren yer. Antalya’dan gelenler çok alışveriş yapardı, kâr ederdik, benim cebime girmezdi elbet ama sevinirdim, babamın işi sonuçta. Gökeyüp’te dinlenirdim, yatardım, arada bir babam sigara isterse 300 metre ileride ki bakkala 94 model BMC Levend ile giderdim. 300 git, 100 yolu uzat, 400 gel derken yaklaşık 1 km o aracı kullanıp mutlu olurdum. Beni böyle mutlu eden bir babayı mutlu edebilmek içinde tezgahı tek başıma toplar, tek başıma yüklerdim dolmuş bozması emektara…
Bi’ defa çok sinir olmuştum da ağabeyimin yanında, Kavaklıdere pazarında babama “koca kafa” demiştim, duymamıştı tabi, babaya hakaret edilir mi hiç? Ağabeyimde ağzımın payını vermişti, “Sen tıpatıp babam gibisin unutma…”
Böyle güzeldi benim babamla ilişkim, arada bir damarına basardım elbet ama ne bileyim, babam benim zaafımdı. Ben bu hayatta ilk babamı sahiplendim belki de, ilk babama laf söyleyen için sülaleyi karıştırdım. Sanırım benim zaafım ailem, kimse Ufuk ÇINAR’ın ailesine tek kelime edemez çünkü. Aile büyükleri bile laf söyleyemez benim aileme, çünkü benim ailem onlardan ayrıdır ve yaşı başı umrumda olmaz hadsizlik yapanın.
Böyle güzel bi’ aile işte, birkaç ailevi olay sonrasında efkarlanıpta çıkmıştım bir gece bizim çocuklarla. İkisi de sigara içerde bana içirtmez. Zaten bende içece’m demem, dersemde vermezler. O gün farklıydı, o gün çok duygusaldım, o gün çok kötüydüm, istedim Taylan’dan bi’ tane sigara, vermedi hıyarağası. Tekrar istedim, yine vermedi. Ekin küçüktür bizden 3 yaş, çıkardı o verdi. Taylan gönül koydu da uzatmadı zaten canım sıkkın diye. Yaktım sigarayı, bak dedi Ekin, direkt çekme içine, havayla çek biraz. Sigara nasıl içilir o gün öğrendim. Dediği gibi yaptım, ilk içime çekişimde öksürttü beni. İlktir dedim, ikinciyi çektim, yine öksürttü. Üçüncüyü çektim, yine öksürtünce attım sigarayı küfrettim bizimkilerin akıllarına siz bunu nasıl içiyosunuz diye… İşte o anda bu cümle çınlattı kulağımı, kardeşim saydığım insan Taylan; “Boşver be oluuum.”
Devamı yok cümlenin… Açıklayıcı değil.. Sigara içemediğimi mi boşvereyim, dertlerimi mi? Detay yok. Sadece “Boşver be oğluuum.” İşte ilk defa o gün öğrendim ben boşvermeyi, detaya da gerek yok zaten.
Ne zaman boşversem hayat biraz daha keyifli sanki. Ne zaman canım sıkılsa kulağımda bu üçlü… “Boşver be oluuum…”
Boş verdim gitti…
Önceki yazım: Ufuk ÇINAR'ı anlamak