Karadeniz’e karşı yazıyorum bu yazımı… Ege’ye, Marmara’ya karşı yazmıştım. Şimdi de kuzeye, soğuk bölgelere, Karadeniz’e geldim…
Karadeniz’i izliyorum, ayağımda çorapsız, mutluluktan bi’ haber… Her dalgası bir şeyi anımsatıyor, dalgaların kayalardaki sesi ise.. O sesin bi’ anlamı yok. Her şeyin bir anlamı olmalı aslında ama Karadeniz’in.. Karadeniz’in yok… Öylesine eşsiz ve bir o kadar ıssız bir manzara bu.. Bilgisayarımın üzerine düşen kar taneleri, ayağımı kangren edecek soğuk bir hava.. Bunlar engel değil Karadeniz’i seyretmeme. Biraz yüksekten bakıyorum Karadeniz’e. Ben anlamıyorum ama onun anlatmak istediği bir şey var belli.. Belki Rus gemileri, belki kuşların sessizliği.. Dedim ya biraz yüksekten izliyorum Karadeniz’i, haliyle renginden belliyorum derin yerlerini.. Sahile yakın sayılırım, dalgaların köpüğünü an ve an izleyebiliyorum. Dalgaya yakın uçan kuşları, sahilin nasıl beyaza büründüğünü… Her şeyi görebiliyorum buradan. Dediğim gibi, çorabımda yok ayağımda… Ama yine de değecek bir manzaranın eşiğindeyim. O yüzden yakınmıyorum, güzel olan her şeyin bir kusuru var, bilirim.. Karadeniz’in yok. Karadeniz kusursuz… Ufku dümdüz bir çizgi.. Bazı yerlerinde gökyüzü kara, bazı yerlerinde bulut bile yok… Acaba kaç fırtına var ilerisinde, kaç balıkçı teknesi ve kaç gemi… Marmara gibi canlı değil belki, ama çok hırçın… Belki de anlatmak istediği bir şey vardır Karadeniz’in… Belki bir düğün, belki bir ölüm…
Önceki yazım: Herkesin bir çölü vardır içinde...