Dün yazacaktım bu yazımı aslında, deniz manzaralı odamın penceresinin kenarında orta şekerli Türk kahvemle veya şekersiz çayımla birlikte… Veyahut denize sıfır yaptığımız kahvaltı sırasında. Yazmadım, yazamadım değil, yazmadım. O an yazmaktan daha önemli olan şeyi yapmayı yeğledim, nefes almayı, denizi içime çekmeyi… Kısacası anı yaşamayı.. Toplamda 1000 km’lik yolculuğumun ardından eve gelip güzelce duşumu aldım, dişleri fırçaladıktan sonra geçtim yatağıma, tam uyuyacaktım ki o da ne? Dışarıdan köpek sesleri geliyor, tatlı tatlı havlıyorlar, odanın penceresinden içeri giren ve resmen yazın geldiğini hissettiren o yumuşak rüzgar… Yazmak geldi içimden.. Saçma sapan, abuk subuk da olsa yazmak geldi..
Simav’daki nöbetten Pazar günü çıktım, 5 günlük boşluğum vardı ver elini dostluğa deyip çıktım Çanakkale’ye.. Dost var dediler de Fizan’a mı gitmedim? Çanakkale merkeze gittikten sonra rezervasyonunu yaptırdığım Assos Behram Hotel’e geçtim Assos’a, misafirimle birlikte. Dertleştik, gülüştük, ağlaştık, sarnaştık, tekrar gülüştük, acıktık, gezdik, yine acıktık ve bolca da içimize çektik huzurun kokusunu. Samimiydi sohbetimiz, muhteşemdi manzaramız… Fizan gibi çölle kaplı değildi manzaramız ama Kütahya’dan Çanakkale epey bir Fizan’dı aslında. Yeni insanlarla tanıştım, yeni duygular tattım, yeni hayatlara dokundum çok uzun zaman sonra.. Çok uzun zaman sonra hayatıma dokunulmasına müsaade ettim, tüm Beyazlarımı döktüm, elimi açık oynadım. Daha önceden yapmak isteyip de aptalca bir sebepten ötürü yapamadığım o şeyi yaptım, Beyazlarımı başka birisinin okumasına izin verdim. Özetle kendimi teslim ettim başka bir insanın düşüncelerine… Beyazlarım artık bakir değil ve kirlenmiş de hissetmiyorlar. Tam tersine, çok daha özgür çok daha neşeliler, ben gibi.
Önceki yazım: Ütopya