Dünyaya geliş hikayemin 2. versiyonu:
Tarih 1 Şubat 1995. Dışarıda akşam ezanının insanın içine işleyen etkileyici sesi yankılanıyor. Sokaklar bomboş ve herkes evlerine çekilip sıcacık sobalarının başlarında ailecek akşam yemeklerini yiyor, televizyon seyrediyor, doyasıya sohbet ediyorlar. Bir ev hariç. Seyrantepe Mahallesinin daracık sokaklarındaki küçücük bir bahçesi bulunan güneş sarısı rengiyle mahalleyi bir lamba gibi aydınlatan huzurlu bir ev bu. Bu evde henüz 3 yaşında 1 erkek çocuğu olan 2 mutlu insan yaşıyor. Bu mutlu insanlardan bana hamile olan Sacide Hanım bir anda sancılanıyor ve eşi Hüseyin Bey onu çabucak 1995 yılının ortanca arabalarından sayılabilecek insana sempatik görünümüyle artistçe bir bakış atan beyaz Murat taksisine bindirip hızlı bir şekilde Salihli Devlet Hastanesi’ne götürüyor. Yolda sancıları azalmasına karşın Hüseyin Bey tedbiri elden bırakmamak için eşini acil servise götürüp muayane olmasında karar kılıyor. Devlet Hastanesine usulca giriş yapan Murat taksiden inen Hüseyin Bey hemen arka kapıya yöneliyor ve eşi Sacide Hanım’ı dikkatlice araçtan indirerek acil servisten içeri sokuyor. Ağzı burnunda görünen Sacide Hanım’ı gören hemşireler hemen bir tekerlekli sandalye getiriyor ve Hüseyin Bey’in ellerinden alıyor. Hüseyin Bey hemşirelere “Acil bir şeyi yok sancısı tuttu ama şimdi iyi.” şeklinde bir uyarı yapmasına rağmen hemşireler bunu dikkate almıyor ve hemen Sacide Hanım’ı acil serviste bulunan odalardan birisine alıyorlar ve muayane ediyorlar. Hüseyin Bey dışarıda beklerken hemşireler Sacide Hanım’a kaç aylık hamile olduklarını soruyor ve aldıkları cevap karşısında doğruluğuna emin olmak için hemen hemşirelerden birisi dışarı çıkıp Hüseyin Bey’e “Sacide Hanım gerçekten 9 ay 20 günlük mü hamile?” diye soruyorlar. Hüseyin Bey’den aldıkları “Evet.” cevabının hemen ardından hemşirelerden birisi telefonuna sarılıp Kadın Doğum Doktoru’nu arıyor ve acilen doğumunun gerçekleştirilmesi gerek riskli bir hasta olduğunu belirtiyor. Bunun üzerine Hüseyin Bey telaşlanıyor çünkü basit bir sancı için geldikleri hastanede duyduğu risk kelimesi onun “Eşime ya da bebeğime bir şey olursa” tarzında kötü düşüncelere yönelmesine neden oluyor. Kısa bir süre sonra gelen Kadın Doğum Doktoru, Sacide Hanım ve Hüseyin Bey ile konuştuktan sonra doğumu suni sancı ile gerçekleştirmeleri gerektiğini, eğer beklerse benim hayatımın riske gireceğini söylüyor. Bunun üzerine babam doktora gerekeni yapmasını söylüyor ve annemi Kadın Doğum katına çıkartıyorlar. Bu sırada arabada bekleyen ağabeyimi almaya giden babam sigarasını yakıp korkulu adımlarla arabaya yöneliyor. Babamın geldiğini gören ağabeyim Umut arabadan çıkıp olayların ne olduğunu bilmeden babamın yanına koşuyor. Babam ağabeyimi kucağına aldıktan sonra yarım kalan sigarasını atıyor ve beklemeye başlıyor.
Bu sırada hemşireler suni sancı makinasını hazırlarken bir yandan da “Bebek sağlıklı bir şekilde doğarsa mucize olur” cümlelerini sarf ediyorlar. Bunları duyan annem ise kendinden emin bir şekilde “Ben güçlüysem oğlumda güçlüdür.” şeklinde düşünerek kötü düşüncelere yer vermiyor. Kısa bir süre suni sancı ile anneme zor anlar yaşatacak olan makina hazır oluyor ve dünyaya gelmem için yapılması gereken tüm hazırlıklar tamamlanıyor. Yaklaşık 9 ay 20 gündür içeride bulunduğum huzurlu ortamdan dışarı çıkmak zorunda bırakılıyorum, ne ile karşılaşacağımı bilmiyorum ancak popoma yediğim tokat darbesi ile dünyanın pek iyi bir yer olmadığını tahmin ediyorum. Dışarı çıktığımda yediğim ilk tokatın sahibinin güzel bir hemşire olmasını ise kendime bir teselli olarak alıyorum ve sıcağıyla hissedemediğim tokat darbesinin acısını hissettiğimde kendime hakim olamayarak “Beni anneme verin nidalarıyla” ağlamaya başlıyorum. Hemşireler beni temizlerken saçlarımın gözlerime kadar iniyor, tırnaklarımın da yaklaşık olarak 2 cm olmasından dolayı bana bir canavarmışım gibi bakıyorlar. Fakat yeni doğum yapmış bir bayana “Oğlunuz yaratığa benziyor hanımefendi.” diyerek onu üzemeyecekleri için klasik “Nur topu gibi bir evladınız oldu.” yalanını anneme söylüyorlar. Anneme beni verdiklerini annem beni alıp üzerine hayvan pisliği bulaşmış plastik top misali duvara fırlatıyor ve oracıkta ölüyorum. Bu yazımı da cennetten yazıyorum zaten.
Dünyaya geliş hikayemin 1. versiyonu:
1995 yılı Şubatın 1’i. Hiç unutmam. Dışarısı soğuk ve akşam ezanının sesi yankılanıyor sokaklarda. Biz ise o zamanın güzel arabalarından birisi olan Tofaş Murat ile rahat dünyamı derinden sarsacak olan hastaneye gidiyorduk ve ne yazık ki kısa bir süre sonra oraya vardık. Dışarıdan “Bir bebeğin bu kadar süre boyunca doğmaması bir mucize. Ölmediği için şükretmelisiniz.” diye zalimce bir ses geliyordu. Bu yüzden o zalim doktor her şeyi; doğum haneyi, suni sancı cihazını, hemşireleri ve geri kalan her şeyi önceden ayarlamıştı.
İçeriden çıkmamak için 9 ay 20 gün direndim fakat o zalim doktorun canım anneme suni sancılı tedavisi üzerine içeride biraz daha fazla kalamadım. Oysa ki zalim doktorun anneme söylediği sözler o kadar etkiliydi ki: “Bu çocuk mucize. 9 ay 20 gün’dür hamile olmanıza rağmen hala doğacağına dair tepki vermiyor. 1 gün dahi bekletemeyiz onu. Bir an önce onu bu zalim hayata dahil etmeliyiz. Kusura bakmayın Sacide Hanım fakat oğlunuz gerçekten tam bir inatçı ve direnişçi çıktı. Artık zor kullanmak mecburiyetindeyiz. Getirin kızım suni sancı cihazını…”. Bu sözlerin sonrasında yavaştan yavaştan dış dünyaya çekildiğimi hissetmeye başladım. Dışarı çıktığımda hissettiğim o soğuk havayı kalçama yediğim tokat darbesinin verdiği acıyla unutmuştum. İşte tam o anda kendi kendime: “Sen ufuğu geç gördüğün için baban sana Ufuk adını koyacak oğlum. İsmin güzel olacak.” dedim ve ardından “Beni kendi hayatlarına çektikleri anda kalçamdan vurarak beni alıştırmaya başladılar. Sanırım bu acıların daha büyüğü var, hazırlıklı olsam iyi olur.” diye devam ettim. İlk doğduğumda bu kadar çok konuştuğumdan dolayı olsa gerek 4.5 yaşıma kadar konuşmalarımı anlayan tek kişi canım ağabeyim ve çevirmenim Umut ÇINAR’dır. Ayrıca beni bu dünyaya zorla getiren zalim doktorun yanında ki tatlı hemşireyi de asla unutmayacağım. Çünkü o hemşire ki benim gibi tosun, tırnakları 2 cm uzamış, saçları gözünde doğmuş bir bebeği ürkmeden, tiksinmeden kucağına almış. Aslında kalçama hala acısını hissettiğim o tokatı indirmiş olmasına rağmen ona kızamıyorum. Çünkü o hemşire… Neyse onu tanımıyorum ama iyi birisi olduğunu “Nur topu bir oğlunuz oldu.” yalanıyla annemi teselli etmeye çalışmasından anlayabiliyorum.