Beyazlar hasta olmuş, ben doktor. İlaç tedavisine yanıt yok, ameliyat gerekiyor. Bazı bazı iyileşiyor, bazı bazı sakat kalıyor çoğu zamansa ameliyat masasında kalıyor neşter gibi kalemin dokunuşu sonrasında Beyazlar. Doktorun kafa yoğunluğu da işin içine girdiğinde bir mucize olurdu zaten yaşamaları. Bunların sonucunda ise doktor karar aldı, bu ameliyatını halka açık şekilde yapacak.
Bu yazı, Beyaz üzerinde açılan yaraları, içindeki kurşunları çıkarmak amacıyla Doktor Ufuk ÇINAR tarafından yapılan herkese açık bir ameliyat niteliği taşımaktadır.
Uzun zaman oldu. Yumruğumu yumuşatmaya başlayalı, dik duruşumu kamburlaştıralı çok uzun zaman oldu. Herkese karşı değildi bu tutumum. Belirli başlı insanlara karşıydı. Ailemi bile defalarca karşıma aldığın insanlar içindi bu tutumumun sebebi. Her şey iyi, hoştu ki zaman geldi tansiyon yükseldi. İnsanlar bu gibi durumlarda belli edermiş kendilerini, ben buna katılmıyorum. İnsanlar sinirliyken her şeyi söyleyebilir her küfrü edebilir her şeyi yapabilir ve bu durumdan sorumlu olsalar da ceremeleri kanımca ağır olmamalıdır. Çünkü sinirlilik hali de bir nevi uyuşturucu etkisidir. Arasında 2 büyük fark vardır, uyuşturucu bilerek isteyerek alınır vücuda, sinir ise başkaları tarafından enjekte edilir damara. Bu yüzden sinirlilik halindeki bir insan olabildiğince tolere edilmeli ve sakinleştirilmelidir. Tolere edilemiyorsa o insan sizden değil siz ondan uzaklaşmalısınızdır ki ortam durulsun. Neyse, biz de böyle bir ortam yaşadık ve ben bu ortamda oldukça pasif kalıp ailemi yalnız bırakmış bulundum. Yumruğumu masaya yumuşatarak vurmama sebep insanlar beni aileme karşı bırakmışlardı, kısacası ister istemez ailemi yüzüstü bırakmıştım. Bu olaylardan sonra biraz dışardan gözlem yapmaya karar verdim, yanlış çıkarımlarda bulunmamak adına akranlarıma, büyüklerime, yaşamış görmüş insanlara danıştım ve aldığım sonuç hep aynıydı. Ailemi yüzüstü bırakmış ve aileme yapılan hadsizliğe göz yummuştum. Bu süreçte etle tırnak olmamız gereken insanla ise ne et olabildik ne tırnak.
İşte bu durumların toplamından sonra gördüğüm tek şey Notre Dome’ın kamburu gibi eğri durduğum, elsiz bir insan gibi aciz olduğumdu. Bu olaylar sonrasında etle tırnak gibi olmamız gereken insanın değil yanımda her olayda karşımda durduğunu fark ettim. Aileme yapılan hadsizliğe ailemin sırf benim mutluluğuma gölge düşmemesi için ses çıkarmadığını anladım. Ve en büyük eksiğimi gördüm o an. Ben o an pasif kaldım. Herkese karşı sesini yükseltebilen ben, susmuştum, pusmuştum, ailemin ezilmesine göz yummuştum. Beni bu duruma sokan tek şey ise sözde aşktı. Defalarca bitmiş olan, defalarca yeniden başlayan bir aşk bozuntusu. Aşk bozuntusu diyorum çünkü bu aşk değilmiş anladım, aşk olabilmesi için 2 seven birbirini sımsıkı tutmalıydı. Olaylara karşı bir olup kimseyi değil kendilerini savunmalıydı keza hiçbir zaman bu olmadı. Hele ki hiçbir şeyin tam olarak oturmadığı bir zamanda meydana gelen zoraki gelişmeler, bu gelişmeler sonucunda şart koşulan zoraki ilerlemeler. Onlar ise bardağın son damlası değil, tazyikli çeşmesi halini almıştı. Artık önümde 2 soru vardı; birincisi ayrılığın, ikincisi ise birlikteliğin bana getirecekleri iyisiyle kötüsüyle. Bu sorunun cevabı ise en büyük kararım olacaktı. Ve bu kararım, doğum günüm olan 1 Şubat tarihinde alınmış olacak. 2 Şubat tarihinde ise kararımın yürürlülüğe girişi konuşulacak. Kimileri kızacak kimileri darılacak. Belki de ayrılıklar olacak. Sonucunda ise bir rahatlayış, günah çıkarma, kafa dinginliği.
Önceki yazım: Herkesin bir anısı olmalı babasıyla ilgili gurur duyabileceği