Hayat, kan bağınız olmayıp kardeşiniz olan insanları saniyeler ile sizden kopartacak kadar da vicdansız.
Pazar günüydü… Ağabeyimle Salihli’nin girişindeki benzinlikte babamın arabasını yıkamaya gidiyorduk. Değirmen Odun Köfte’nin önündeki ışıklarda beklerken yanımızdan 45 SC plakalı kazalı bir araç çekicinin üstünde geçti… Aklıma kardeşim saydığım, tek dostum olan Muhittin Taylan Kaya’nın babasının, Ercan abinin, aracı geldi. Araç hurda yığınına dönmüştü, sağ önden vurulmuş şekilde, değildir dedim. Sıradan bir şekilde aracımızı yıkadık benzinlikte ve eve döndük.
İçime tarifsiz bir sıkıntı girdi, bu gibi durumlarda her zaman kardeşimin -Taylan’ımın- yanına giderdim…Müsademi aldım ailemden, bindim arabaya yola çıktım. Durasıllı’ya, can dostumun yanına gittim. Gittiğimde dükkan kapalıydı, “Pikniğe de gitmezler, herhalde köye gittiler.” dedim ve Taylan’ımın gitmeyeceğini bildiğim için seslenmeye başladım komik komik. “Tayo! Muttin! Muho! Kanki! Hooop! Leeen! Eeeey! Alooo, bak bi!”
Cevap gelmedi, komşu koştu geldi arabanın yanına verdi acı haberi: “Muhittinler kaza yapmış, babası, Ali (kardeşi) hastanede, Emine (annesi) de ona gitti.” Herhangi bir cevap veremedim, donup kaldım bi’ an. Sonra bastım geldim Salihli’ye. Nasıl geldiğimi bilmiyorum ama…
Devlet Hastanesi’ne kaldırmışlar Ercan ağabeyi de Muhittin’i de. Ercan ağabeyin yanına girdim müşahede odasına. Kalça da bir kırık, göğüs kafesinde iki, ama durumu iyi. Muhittin’imin yanına çıkmak istedim, yoğun bakımdaymış, uğradım yukarıya. Tam ben yukarı çıktığımda kardeşimi tomografiye indiriyorlardı. Onun başında indim.
Gözleri uyurken nasıl yarı açıksa öyle açıktı yine. Ağzından çıkan hortumla solutuyorlardı kardeşimi, kalbi atıyordu ama hiçbir ifade yoktu yüzünde. Bir iki detay aldım hemşireden, durumu iyi değilmiş, onu öğrendim. Tekrar yoğun bakıma kaldırdılar, ardından ameliyat…
Emine yengeye aşağıda iyi olacak diye telkinler veriyorum. Çünkü bana da öz ağabeyim bunu söylüyor. “Muhittin güçlü çocuk, başaracak, merak etme, iyi olacak, ayağa kalkınca yanında olacaksın…” Ama hepsi boşmuş, yalanmış, yanılmaymış.
Ameliyattan çıktıktan sonra doktoruyla konuştum. “Bize geldiğinde başına aldığı darbeden dolayı beyninde biriken kan kemik gibi olmuş, yapabileceğimiz bir şey kalmamıştı, başın sağolsun.”
Yıkıldım o an.
Tükendim.
Yutkunamadım…
Yanımda Ekin vardı… Gözümdeki yaştan, içimdeki acıdan ben olmaktan çıkmıştım ben. Ne yani, ben bir daha gezemeyecek miydim kardeşimle? Hep birlikte Kula volkanına tırmanamayacak mıydık? Evetti tümünün cevabı, Muhittin, kardeşim, tutunamamıştı hayata. Yalnız bırakmıştı 15 yaşındaki kardeşi Ali ile beni. Gelmeyecekti bi’ daha bizimle, takılmayacaktı. Saçma sapan şeylere gülmeyecektik bir daha… Dalgaya almayacaktık ciddi konuları, terlemeyecektik birlikte birilerine yardım ederken.. Dahası mı, gülemeyecektik bir daha beraber. Muhittin bize çok büyük bir kazık atmıştı çünkü… Tonlarca gezme planımızı şimdiden ekmişti.
Onun yatağında yattım birkaç saat. Onun için dinledim Emine yengenin feryatlarını, haykırışlarını. Onun için durdum Ali’nin yanında. Yoktu çünkü artık, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu… Benim kanımdan olmayan, ama öz kardeşim bildiğim bir dost, hatta tek dostum uymuştu Allah’ın emrine, gitmişti…
Bir hayatta böyle, pisi pisine bitmişti işte. Yanında bir sürü hayatı yalnız bırakarak.
Allah gani gani rahmet eylesin sana sevgili dostum.
Mekanın cennet olsun Muhittin Taylan Kaya…
Önceki yazım: Otobüs yolculuğu ve ben