Kadıköy’deyim. Kucağımda bilgisayarım karşımda batmak üzere olan bir güneş ve İstanbul.. Yazar değilim ben, sürekli bir şeyler karalarım ama adı konmuş bir yazar değilim. Şayet bu konuda kendimi bir şeyler de zannetmem. Kelimelere hükmedebilirim, güzel şeyler söyleyip etkileyebilirim onlarla sizi, ama neticesinde ne bir kitabım var basılmış olan ne bir şarkım var bestelenen. Sadece yağmur altında ıslanmakta olan bedenim, bilgisayarım ve klavyemden dökülen kelimeler..
Hiçbirisinin anlamı yok. Olmasın varsın, anlamlı bir şeyler yazmak için gelmedim ben buraya. En basitinden arkamda duran yabancı çiftin heyecanına ortak olmak kâfi bugünümü güzel kılmak için. Geldiğimde de güneş çoktan batmıştı zaten. Hava kapalı olunca güneş erken batıyormuş onu öğrendim. Umarım şu yağmur damlacıkları bilgisayarımı bozmaz, “Bozarsa vay halime.” diyeceğim de şirket bilgisayarı neticesinde, bozulsa da bana kaçan bi’ şey olmaz. En azından ben öyle düşünüyorum.
Neyse. Yağmur hafif dindi, gökyüzü parlamaya başladı arada bir. Yıldırım mı şimşek mi, artık hangisi ise Poseidon’un elindeki tırpan misali şeyden çıkanlar çakıp aydınlatıyor hafif hafif İstanbul’u. Vapurların gürültüsüne eşlik eden martı sesleri yok, gökyüzünün gürlemesinden olsa gerek. Dalgalar her zaman ki gibi bugün, ne hırçın ne sakin, takılıyor kendi halinde. Kayalıklara çarpan cam bira şişeleri her zaman ki gibi başkahramanımız bugün de. At dayı at, birasını iç, efkarını koy şişeye at denize. Denizi kirleten aslında bira şişeleri değil zaten, efkar. Neyse bugün yok ben de bahsettiğim bu olay. Bugün buraya neden geldiğimi bilmiyorum. Belki eve gitmemek için, belki ortamdan uzaklaşmak için, hatta belki de biraz temiz hava almak için. Her şey rutin, en azından bugünlük. Yarın ne olur Allah kerim.
Normalde bu vakitte buralar aydınlık olmalı keza şuana göre. Ama gökyüzü kapalı ve yağmurlu, telefonumda da neden beni de götürmedin diyen sevgili tripleri sıralanıyor yavaştan. Yahu ben kafa dinlemeye gelmişim, getirir miyim kimseyi yanımda, özellikle de şu zamanda? Tabi ki de getirmem. Neyse kelimeler işlendikçe beyaza kendimi piyanist gibi hissediyorum çok güzel notalar çıkaran. Ama değilim, hızlı yazmak sanat olsa kâtiplerden öte sanatçı mı olurdu? Neyse işte, bana da güzel hissettiren bu sanırım. Parmaklarımın arasından bi’ şeyler dökebiliyor olmak, estağfurullah yanlış anlamazsanız ortada olmayan kelimeleri var ediyor olabilmek hoşuma giden. Tanrıcılık oynamıyorum, ama güzel böyle hissediyor olmak. Allah’ın verdiği vücudum sapasağlam, duyu organlarım muhteşem şekilde. Daha ne isteyeyim ki?
Öyle deme Çınar, arkada duran şahin marka aracın çok güzel başka bir arabayla değişmesini isteyebilirsin. Cebinde 150 lira değil de ye ye bitmeyecek paran olmasını isteyebilirsin..
Doğru söyledin iç ses, isteyebilirim hatta istiyorum. Ama istiyorsam hak etmem gerekli, şu KPSS aradan çıksın, şu iş hayatı tam anlamıyla otursun, sonrasında hepsini istiyorum elbette. Şöyle güzel bi’ araba afillisinden. İstediğim başka şeyler de var elbet ama dile dökmek uygun değil, hepsi zamana bırakılmış şeyler. He bi’ de ben MacBook istiyorum Windows iyi güzel hoş ama onu da denemek istiyorum. Hatta onu da alırım ya, onu da istiyorum. Ulan ne az şey istiyorum ben be.. Neyse şimdilik bu kadarını hak ediyoruz ya da hak etmeye çalışıyoruz. Allah hakkımız olanı her zaman verirmiş zaten, el açıp O’na isteriz hakkımızı. Verir O da.. Eyvallah.
Neyse bakalım, yazıya başladığımda önümden bir tekne geçmişti şimdi Ufuk’ta görünmüyor. Karşımda ise muhteşem şekilde yıldırımlar çakıyor. Sırf bunun manzarası için bile kalınır burada saatlerce. Hem eve gidip ne yapıcam sanki, evde karı mı bekliyor?
Hadi kalın sağlıcakla, beni bırakın manzaramla başbaşa..
Önceki yazım: Dertler derya olmuş, koy g*tüne.